12 Temmuz 2010 Pazartesi

Duyum Eşiğim..

…söküp atamadığım sesin için
lanetler yağdırdım duyum eşiğime!
bütün gece başucumdaydı,
gardiyanım oldu, ben sövdüm,
o bir kapı daha kapattı üzerime…

…o uzaklaşmadan
bir şeylere yakınlaşamayacağımı fısıldayan sesi
atamadım beynimden!

…iki tarih arasına sıkışan ruhlarımız
sınırlarımızı kırmızı ile çizdi, gördüm!
bu yüzden izinlerimi kaldırdım
ve tuttum hayatın kollarından!

…anlam veremedim nedensiz hareketlerime,
suçüstüler yaptım ruhumun çirkin tarafına!
ten tene yakaladım onları, aslında suçsuzdular.

..kendi darlığımda dünyaya rahat bakamadım..
sağım solum zehir oldu, bakmayı gecelere bıraktım!
…ki yorgundum,
içim boştu, daram pek paha etmedi satarken.
mermerimin harflerini boyadım
biriktirdiğim siyahımla geceye bakarken!

…ellerim yara bere içinde kalınca
sineme yaslayamadım başını…
bir zamanlar sebildi sana bilirsin,
yaslandığında tatil olurdu dünyam…
göğüs kafesim daralırdı, kırarken kemiklerimi
ellerim kesilirdi, her bir yara sen olurdun!

…ve gittik bir şehirden,
çatılarında kırmızı kiremitlerin olduğu..
ve bir yaz günüydü, gördüm!
Şehir senle aramıza girdi, sana tutuldum…

erkan demir
28.02.2010
Hatay / İZMİR

11 Temmuz 2010 Pazar

Yatağın Arkasındaki Ceset...

Beni okuyorsun şimdi sen yazdıklarımı değil. Gözlerimi okuyorsun ve onun anlattıklarını. Şişeyi masaya koyuşumu görüyorsun sonra parçayı mırıldandığımı. Sen beni okuyorsun; yatağın arkasındaki cesedi, yalnız banka düşen kar tanesini yani….Sen beni görüyorsun umarsız görünmenin yalnızlığa çare olmadığını anladığında ve bilincinin karıncalı ekranından ben geçiyorum her satırda. Sen dalganın sırtındaki köpük oluyorsun benim kıyıma vururken ve ben yaşam bulmacası çözüyorum özlediğim geçmişimi düşünürken.

23.07.2008
Hatay / Izmir

Nothing Left To Lose..

Şarabi bir hayattı gözümü açıp baktığım. Güneş vurunca, kan kırmızı gölgeler düşüyordu etrafa sabahın ilk ışıklarından akşamların kömür kokan karanlıklarına kadar…Ve tuzlu bir göz yaşı gibi ayrılıp gidiyordu gözlerimden o gün. Suni nehirler misali akıp giden yaşamın ortasında realist bir ada gibi kalıveriyordum her yönümü kaybedişimde. Her günüm bir öncekinin sonu, her son bir sonrakinin başlangıcı oluyordu karelerde. Beni suskun zamanlarımda yakalayan bu kısa metrajlı filmler karanlık suları yarıp geçen yaşlı şilepler gibi akıp gidiyordu gözümün önünden. İşte böyle zamanlarımda içimde büyüttüğüm ruhani liderlerim oluyordu hep. Sessizce kulağıma eğilip “o da gitti” diye söyleyen sahiplerim. Evet gidiyorlardı!…Sabahların serin karanlıkları diz çöküp beklerken pencerelerin dışında, ben sıcak yatağımda uyurken onlar sessiz sedasız gidiyorlardı bu kızıl dünyadan. Ve dünya dar geliyordu, dibine kadar içkiye bulanacağım bir gecenin tam da en başında onların gittiğini anladığım zaman. Alkol her zamankinden ağır geliyordu vücuduma, sanki damarlarımda gezinen eski anılarmış gibi. Oturduğum masanın üzerine bir önceki sahibi gibi bende kazımaya başlıyordum o anımı en güzel tanımlayan şarkının sözlerini. “Nothing left to lose”. Kan kırmızı gölgeler düşüyordu harflerin üzerine ve yavaş yavaş dolduruyordu boşlukları civa gibi. Evet, giden gidiyordu sorgusuz, sualsiz, habersiz ve hayatın ileti raporlarından anlıyordun artık burada olmadıklarını.
29.03.2006
Gaziemir / İZMİR

Aşk Sıfırdı Hissedilen -∞

Kayıptım dün gece. Ve dolayısıyla yorgundu bedenim; savaşlar atlatmıştım ikiyüzlülüğün ölüm kamplarından kaçıp! Önümde tel örgüler, arkalarında ışıklar vardı göz alabildiğine. Kuduz bir köpek gibi dolaşıyordu kan damarlarımda. Rüzgarlı bir mart akşamında içilen acı bir sigarının dumanı olup çıkmıştım karşıma. Haram topraklarda dolaşan bir dinsiz edasıyla doluyordum ciğerlerime. O esnada bilmediğim bir yerinde fırtınalar kopuyordu ruhumun ve alt yazılar geçiyordu bilincimin karıncalı ekranında; Aşk sıfır,Hissedilen - ∞.
13.03.2006 Gaziemir / İZMİR

Babam!

Bende Giderdim Bilirsin, çocukken de asiydim. Bazen isyan bayrağını çekerdim sana. Beni kimse tutamazdı o zaman. Başımı alıp giderdim. Seni üzdüğümü bilirdim ama yinede arkama bakmadan çekip giderdim. İçimden seni ne kadar çok sevdiğimi kendime söyleye söyleye giderdim. Sonra sırtımı dayardım hani o senin gölgesinde rakı içtiğin ağaca. Hani o hayatın bütün sorunlarını bir kenara atıp bana güzellikleri anlattığın yerdeki. Bana dünyanın en güzel sesiyle oğlum dediğin yerdeki. Ben gittiğimde rüzgarlı olurdu hep hava ve dalgaların sırtındaki köpükler gibi ses çıkartırdı. Bense her dalgada kendime “;neden”; diye sorardım. Sen o esnada beni beklerdin sabırlı ve bir o kadar da gelip kollarına atılacağımı bilerek. Ben döndüğümde sen halen bekliyor olurdun. O gece birlikte uyurduk seninle. Hatırlarmısın hep aynı parçayı mırıldanmamı isterdin benden. Bir müddet sonra uyur kalırdın ben kolların arasındayken. Yani dünyanın en güvenli yerindeyken. Senin uyuduğunu sanıp kollarının arasından usulca sıyrılıp kaçardım ama sen bilirdin minik ayaklarımla ses çıkartmadan gittiğimi. Evet hep bilirdin gittiğimi. Ama ne olursa olsun beklerdin bir sonraki geceyi. Alışmıştım her sabah odamın kapısı önünde kahveni yudumlamana ve öksürmene. Bilirdim gitmek için hazırlandığını ve akşam geri döneceğini fakat yine de engel olamazdım içimdeki korkulara bir türlü. Sen varken ev dopdoluydu benim için, yokken ıssız. Evet giderdim çünkü isyan ederdim bazen sana. İsyanımı bilirdin sen ve anlardın aslında beni. Yokluğunda ne hale geldiğimi bilirdin. O yüzden arardın sabahları beni ve sesinle gerçek sabaha uyanırdım. Kalkar kalmaz annemin tüm engellemelerine rağmen tıpkı senin gibi şekersiz kahve içer, senin oturduğun koltuğa oturur ve senin yarım bıraktığın bulmacayı aklımca tamamlamaya çalışırdım. İçin için sen olmaya çalışırdım. Bilirsin! biraz asiydim. Sırf sen kal diye ben hep çekip gittim.Gittiğimi bil ve sen kal diye. Kuralı buydu ve böyle olmalıydı. Fakat o gün sen gittin! Bekledim, bekledim, ağacın altında yoktun, koltuğunda boştu. Bir fincan kahve vardı soğuk, annemle sabah yaptığın son konuşmandan arta kalan ve iki sigara izmariti ama sen yoktun. Gitmiştin tıpkı benim gibi. Hiçbir şey söylemeden. Çünkü ben senin oğlundum ve sende benim gibi asiydin!

Yokluğunun 9. yılında seni özlüyorum, bugün senin günün..

23.02.2006 Gaziemir / İZMİR

Yine Saat Gecenin Seni

Yine saat gecenin seni...Şimdi ben yıldızlara boğulmuş bir nisan akşamında senden kalan kırıntıları toplamaya çalışırken, gece geceliğini çıkarmış yanı başımda beni dinliyor hiç bölmeden. Hep söylemişimdir, gecenin lal olanı makuldur böyle ince zamanlarda, susup yanı başında uzananı...Kör bir şair gibi, gözlerim haricindeki tüm duyargalarım seni arıyor yine. Ruhumla, sözümle, ellerimle; ruhunu, sözlerini, tenini arıyorum.

28.04.2006 Gaziemir/İZMİR

Sen..

Koşmaya başladım bilincimin tozlu yollarında. Her şeyi bir kenara bıraktım, yaktım bütün kitapları, bütün sözleri, bütün hayalleri, bütün tarihi. Karşı olmak gibi bir niyetim yoktu aslında! Koştum durmadan, bir kalbe muhtaç can gibi suya özlem duydu boğazım. Ceplerimi kontrol ettim o anda ve birinde hüzün diğerinde de mutluluğu buldum. Basit bir formülden ibaretti hayat, işte o anda anlamıştım ve “Sen” ortak parantezinde hüznü ve mutluğu yaşıma böldüm, deneyimlerim çıktı ortaya. Biliyordum her şeyin beni sınadığını, var olmamı, sabrımı... Kör gözüm, sağır kulağım, tutmaz elim biliyordu. Yitirmek sabrı getirdi, her saniyede güçlendim ve her saniyede uzaklaştım kendimden! Ve işte o anda sabrımdan yitirdiklerimi çıkardım, sen çıktın ortaya. Aslında doğruyu bulmaktı ümidim hep, yanlışların yanından kıvrak bir manevrayla sıyrılmak istedim hep. Meğerse yararsızmış, doğru yanlışa karışmış insanların yapmacık, kendine yabancılaşmış hareketlerinde. İşte o anda kendime sordum o soruyu ve cevabını buldum kolayca. Doğrularımı yanlışlarımla topladım yaşadıklarım çıktı ortaya. Koştum hiç durmadan koştum! Siyah beyaz film kareleri gibi geçti insanlar yanımdan ve o anda gücüm olsa da dünyayı bir dakikalığına durdursam dedim usulca. Sadece kendi sesimi, kendi nefesimi, kanın damarlarımdan geçerken çıkardığı yaşamın sesini duymak istedim ama tek başıma yetmedi gücüm buna. İşte o anda kendimi seninle çarptım, huzurum çıktı ortaya.


23.05.2010
Hatay / Izmir

O Yabancının Omzunda

Bırak açılsın öfkemin kapısı ve dağıtsın beni çevreleyen bulutları. Hataların kurbanı olmuş zayıf yanlarımı söküp atsın, yırtsın beni yutan bu zayıflık zarını. O an ağlasın tüm yetim özlemlerim ve senin siluetin berilsin gittiğin o uzun koridorun sonunda, benim asla gitmeyeceğim yerdeki. Bir çiçek, tohumunu rüzgarın koynuna saklayıp senin bulunduğun topraklara yollasın. En sevdiklerin olsun, dokunursan öleceklerini düşüneceğin kadar çok. Sonra deniz fenerinin yamacında bana en sevdiğin şarkıyı söylemelisin. Ben duymayayım ama öyle içten söyle ki uzaktan geçen kaptanlar ağlasın. Ben uykumdan uyanayım sadece ve bir anlam veremeyeyim duyduğum seslere ama kaptanlar ağlasın uzak limanlara yolculuklarında. Bir gün bir barda “to bid you farewell” dinlerken yanıma gelip sakız satmaya çalışan küçük kızın gözlerinde göreyim seni. O ekmeğini çıkartırken ben günahlarımı çıkartayım bir sonraki günü düşünüp, bir öncekini avuçlarımda ezerek. O gece ruhsuz bir sevişmenin kurbanı olayım alkolün ön ayak olduğu ve uyandığımda aşina olduğum benini arayayım o yabancın omzunda. “İnsan, kendisini öfkesine hapsettiği zaman uzaklaşır bulunduğu noktadan ve sahip olduklarından” diyerek başlayan bir romanın sonunda göz yaşlarını tutamadığını bana söylediğin günü düşüneyim o sabahın gecesinde. Ve bir şeye yakın hissettiğim zaman ruhumu, aslında hiçbir şeye uzak olmadığımı anlamaya çalışacağım uzun bir gecenin ortasında bulayım kendimi. Bedenim bölünsün ikiye ve bir tarafımla ince ve kırık bir köprüden yolların sonuna ulaşırken; diğer yanımla bir köşede aslında kaderinde sonunun olabileceğini fark edeyim. En sonunda vardığım noktayı şöyle not alayım defterime; “Yaşamak için güzel fakat düşünmek için zalim bir süreç yokluğunun. Çünkü içinde sen olan yokluk dahi mutlu ediyor beni”.
27.05.2006
Ceyhan

Hangi Gidişin Varlığıyım?

Ben bir mülteciyim kalbine sığınmaya çalışan. İşgal altındaki yalnızlığım savurdu beni sana. Kabuk bağlamaya ayak direyen yaralarım var benim; ne olur bir damla su. Sokaklarım bomboş, parklarım virane, üzerlerine yalnızlığımı yazdığım duvarlar param parça. Karanlık alışmış ışığın yokluğuna, soğukta sıcağın. Çünkü varlıklarının nedeni olmuş onlarının gidişi! Peki ben hangi gidişin varlığıyım?
21.01.2006
Gaziemir / İZMİR

Kriminal Raporum


Olay mahallinde bulunan bir cesettim dün gece. Zaman benden öte bir suydu gözlerinden gözlerime akan ve boş bir oda siluetiydi kaskatı kesilmiş yüzümdeki bakışın. Sanırım alkol damlaları ve kandı aslında hayatımdaki parmak izlerin. Gizli kanıtlar ezilip giderken ayaklar altında, sen tırnaklarım arasındaki ten olmalıydın son sevişmeden arta kalan. Özgeliklerindi vücudumu boydan boya kesen ve kül tablasındaki izmaritti dudaklarını üzerine koyup bana bıraktığın. Sallanan sandalyemde bıraktığın saçın gözlerime uzun uzun baktığın anlamına geliyordu ve bıraktığın mendil halen nemliydi. Peki bu ne demek ti? Bana yanı başımda oturup benim için ağladığını söylemezsin herhalde!!! Odada ben hariç hiçbir şey yanmamıştı ama hiçbir şey!!!Delil torbalarına koyacak fazla bir şey yoktu senin yitirdiklerinden başka. Kimse duymamıştı, gecenin 03:00'ü olmasına rağmen. Gece çöl gibi sessizken sen daha sessizdin sanırım!!Zorlama olmadığına göre içerden açılmıştı kalbimin kapısı ve kolayca girivermiştin. Girdiğini gören şahit yoktu, kül edip gittiğini de!Dün gece buldular beni yatağın arkasında, köşede, dizlerim göğsümde. Elimde bir dark şişesi, yanmış et kokusu ve yarım kalmış bir beste...
20.03.2006
Gaziemir / İZMİR