Zamanın değişkenliğini sadece
gökyüzünden anlayan Kwame, saatin kaç olduğunu bilmeden gecenin karanlığını
tıpkı bir fil homurdanması gibi yarıp geçen uçak sesiyle uyandı. Güzel haberdi
bu. Sazlıklardan yaptığı toprak zeminli evinin kapıya yakın kısmında geceler
boyu bu sesi beklemişti. Hemen yanında yedi kilometre uzaklıktaki başka bir
kabileden evlendiği eşi Imani ve onun yanında da sırasıyla kızları Afia,
Dikeledi ve Chiamaka uzanıyordu. Bir oğlan istemişti her zaman. Aslanlara
mızrak atacak, korkusuz bir oğlan. Boncuklu saçları ile yanı başında uzanan
kızlarını usulca süzdü ve eşi Imani’deki vitamin eksikliğinden dolayı geçen sene
kuraklık vakti ölü doğan son kızını düşündü. Sonra uyandırmadan eşinin karnını
sıvazladı. Imani yine hamileydi!
Görmüyordu ama uçağın havaya
kaldırdığı tozun kokusunu alabiliyordu. İçindeki rahatlama duygusu ile artık
biraz uyuyabilir ve sabah erkenden uyanıp yardım kampının tel örgülü büyük
kapısının önünde sıraya geçebilirdi. Üç yıl önce açılan bu kampa gelen ve dev
bir akbabayı andıran metal yığınlarını ilk gördüğünde kendi dünyası dışındaki
yaşamları da anlamaya çalışıyordu. Geceleri ateş başında toplanıp kabilenin en
yaşlı, dişsiz ve her yerinde kemiklerden kolyeler bulunan reisinin anlattığı
efsaneleri dinlerken bir taraftan da bu dev metalden kuşun geldiği yeri merak
ediyordu. Baykuş ve yaşamın tüm zorluğuna inat kahkahalar atan sırtlanların
sesleri arasında göz kapakları kapandı.
Sabah ilk uyanan ortanca kızı
Dikeledi oldu. Bir kürdanı andıran bacakları ile ablası, annesi ve babasını
uyandırmamak için parmak uçları ile sazlıktan evlerindeki ender boşluklara basarak
dışarı çıktı. Henüz dokuz yaşındaydı ama o minik parmakları ile babasının geçen
sene aldığı keçiyi sağma sırasının kendisinde olduğunu biliyordu. Parazitlerden
dolayı tüylerinin yarısı dökülmüş olan köpek yavrusu da bu sabah ayinini artık
biliyor ve payına düşecek çiğ sütü almak için Dikeledi’nin etrafında
dolanıyordu.
Bitmek bilmeyen günler geçiyordu
bu sarı topraklarda ve güne ilk başlayan Dikiledi ekmek yapabilmek için
babasının ektiği mısırları sulaması gerektiğini de biliyordu. Güneş kızgın
yüzünü bu topraklarda çok daha acımasız gösteriyordu. En yakın su kuyusu köyün
iki yüz metre dışındaydı ve ağırlığının on katını taşıyabilen işçi karıncalar
gibi neredeyse beline denk gelecek boydaki kovayı taşıyabilmek için ablası
Afia’yı uyandırmaya karar verdi.