28 Ekim 2010 Perşembe

Karalamalar

*** Donmuş bir cümleydi soğuk kalbinin içinde sakladığın. Söyleyemediğin kelimeleri ekliyordun ve çoğaltıyordun keşkelerini orda. Zamansız deyip hep kendine, koşmak istemiyordun kızılın geceden nasıl kaçtığını bilmene rağmen. Susarak ibadet edilen bir dinin müridi gibiydin. Güvenmiyordun gizemine bazı şeylerin, çünkü kendi öfkenden korkuyordun. Hayattaki bu yarışı hissedemiyordun! Kapanmayan yaraların vardı senin; bunu iliklerine kadar bilmesini istiyordun karşındakinin.

*** Göğüs kafesini ikiye ayırıp çıkan bu nefret gözlerine düştü binlerce kızıl damarla.
Para iyiye değil kötüye yol oldu dost, vücutların biri bin paraya satıldı aynı zamanda. Yazgısını küfürle bezedi sahipsiz et parçası, ölümle bulanırken leş kokulu bedenler altında. Gecelerin sarı ışıklarını değil, şarap kokan nefesleri çekti içine sahipsiz yosma.

*** İnanmayı sorguladı hep cevapları bulurken usul usul. Hayatın hep küçük kalan dilimindeydi o. Az kalanın yanında uyur, en az düşünülen konuları seçerdi kafa yormak için. “En kısa yol en doğru yol” derdi hep kendine. Yozlaşan bir şey yoktu dünyada ona göre. Tek eksik olan alışamamazlıktı bu değişime.

25 Ekim 2010 Pazartesi

O

Sen yazdıkça o uzaklaşır bunu öğrendim, o uzaklaştıkça ardından kelimeler yollarsın üç noktalarla biten…Yaşlı bir adamın geçmişte yapamadıklarını düşünmesi gibi çaresiz kalırsın ve öğrendim ki o an kulaklarında "Yanni" gibi yer eder sahiplenememek!!!
O küçüçük kalıncaya kadar susarsın, yazarsın, yazarsın, yazarsın…

izmir
25.10.2010