24 Nisan 2011 Pazar

Gözleri Elif’te Kalan Firavun

Gümüş renkli nehirler gibi akıyorum bilmediğim bir deltaya. Bu delta ölümün ardında sonsuz bir ışık gibi parlıyor, yakın gibi görünse de bir ömür kadar uzakta. Her isteyen dokunamıyor bu ışığa. Korkularından kirin kutsallığı ile arınan Ganj Nehri insanları gibi sende bir kenara bırakmadıkça içindeki kamburu çıkmış ruhunu, sol tarafındaki acıyla ölünceye kadar mahkûm edilirsin dipsiz dehlizlerinde. Çıkmak için gün sayarken o karanlıktan, çentikler atarsın derinin üzerine ve gün gelir miğden kaldırmaz aynadaki halini. Bir namlu ile tavan arasına başını koyup ne olduğunu bilmediğin o varlıktan sana o tetiği çekebilmen için güç vermesini isterken bulursun kendini ve lanet edersin seni bu hale düşüren aslında senden uzaktakine. Gözleri Elif’te kalan firavun gibi geçmişe bakarsın ve geçmiş kendini öyle bir mıhlamıştır ki bulunduğu noktaya, etin vücudundan ayrılmak ister o anı tekrar yaşabilmek için! Vadilerde bulursun kendini ve geleceğinde ulaşmak istediğin bir sonraki noktaya işaret vermek için neyin varsa yakarsın ta ki onlar ışığını görebilsin diye. İyi ve kötü nedir diye sorarsın kendine. İkisini birbirine çarpıp, çıkan kıvılcımla benzine buladığın bu dünyayı hava uçurmak istersin. Gettolarda yaşarsın ve doğaçlama öğrenirsin hayatın tadını bir torbadan bali çekerken ciğerlerine. Bir yazarın dediği gibi önemli olan bir şişenin ne kadar güzel, alımlı olduğu değildir, önemli olan bir deliğinin olmasıdır; asıl gerekli olan noktada budur zaten. Ve bu da hayat gibidir işte, mesele ne kadar yaşadığın değil, nasıl yaşadığın sanırım. Zaman kavramından bağımsızlığını ilan edersin, kendi içinde özerklik kurarsın ve unutma! Sonunda kendi içinde ölürsün.

19.04.2011
Hatay / İzmir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder